13 Temmuz 2019 Cumartesi

Sen Unuttum Say

Ayrılmalıyız;
Bir fısıltı iki dudağının arasından
Unutursun,unutursun demiştin
Sen unuttum say
İçime dert oldu gidişin.


Şimdi;
Şarap kızılı gecelerin kollarından
Yorgun yenilgilerle uyanırım sabaha,
Bakamam güneşe hicabımdan
Sen uyudum say
Uyandırma inandırdığın masallardan.

Bakışın;
Terli ellerime döküldü gece,
Rüzgar sandım sesini penceremde
Kırıldım biliyor musun düşümde
Sen iyiyim say
Hıçkırığım adını öptüğünde..

Yazdırana'a teşekkürlerimle...

13.07.2019
05.30

12 Kasım 2010 Cuma

Bir Deli Aşk

Bitsin bu serzeniş susmak zamanı
Dudağımda bilmediğim eski
Sessiz bir şarkı
Uzaklardan duyulacak.

Gönül
Vakitsiz sevmelerin hicabında
Ha yandı ha yanacak
Sırra ermenin iştiyakıyla
Yıldızlar ateşten nur saçacak.

Ah bu giz bu muamma
Dökülür billur dudaklardan
Bir dua
Anlatılmaz haldeyim
Dokunan bin ah duyacak
Bu gece semadan arza
Bir deli aşk yağacak...

10 Kasım 2010 Çarşamba

İstedim Yalan Değil

Her gun
Karanfil kokardı sokağımız
Tatlı bir imbat tarardı evlerin saclarını
Sen geçerdin sessiz
Durgun ve mağrur
Ayak izlerine mühürlerken bakışlarımı
Dönüp bir kez bakmanı istedim.

Ateş böceği parıltısıydı gölgen
Dayanılmaz karanlık sonrası
Çocuk dudaklarımdan dökülen
Bütün şarkılar hüzzam makamı
Sadece bilmeni istedim.


Bir gün kül rengi matem düştü sokağımıza
Bir damla kırağıda yandı karanfiller
Kederli bir imbatla savruldu evlerin saçları
Son kez geçtin
Bu kez hızlıydı adımların
Kolunda duvağı gül kokan
Kızıl saçlı kadın
İşte o an
İnan ölmeni istedim.

09.11.2010

22 Ekim 2010 Cuma

Sahipsiz Bahçe

Yaşamımızda güzel anlarımız anılarımız vardır.Düşünüyorum da sahip olduklarımızdan ziyade sahiplendiklerimizle de zenginleşir güzelleşir anılarımız.Bize ait olmasa da bize verdiği haz ve mutluluktan dolayı bizimmiş gibi sahipleniriz. Bu öyle bir sahiplenmedir ki siz bile ayrımında olmazsınız; öylesine sizindir işte…
Ondaki eksiklik yok oluş canınızı acıtır. Derin bir sızıdır yadınıza her düşüğünde… Bir burukluk bir özleyiş sarar da yerine koyabileceğiniz bir şey bulamazsınız…
Size bu kez bahçemizden söz etmek istiyorum. Evet bizim bir bahçemiz vardı Hacı Nine’nin bahçesi derdik, bizim olmayan ancak bizimmiş gibi sahiplendiğimiz bir bahçe...Hacı Nine, anneannemlerin yan komşuları ydı. Aralarında sadece bir taş duvar vardı. Duvar boyunca ekilmiş güller boydan boya duvarı sarmış anneannemlerin bahçesine doğru dökülüyordu. Sarmaşık gülleri ,mayıs gülleri,Yediveren gülleri beyaz ,kırmızı sarı,pembenin birkaç tonu mis kokulu güller. Güllerden sonra sıra sıra ekilmiş erik ağaçları .Bahar gelince erik ağaçlarının bembeyaz çiçekleri renk renk güllerle muhteşem bir tablo oluştururdu..Sadece güller ve erikler mi? Hayır.
Mübadelede yıllarında Balkanlar’dan gelen Türklere devlet tarafından iskan olarak verilmiş göçmen evleri denilen bu evlerin bahçeleri oldukça büyüktü. Bahçenin tam ortasında taştan yapılmış iki odalı evler.
Dediğim gibi bahçede sadece erik ağaçları ve güllerden başka dut,nar ,incir zeytin ağaçları,nergis,mor ve pembe sümbüller ,sarı çiğdemler ,yaseminler, mor zambaklar bahçenin dört bir yanını sarmalamış evin yola bakan kısmında da mora yakın rengi eşsiz kokusuyla kocaman bir leylak ağacı boyu taş duvarları aşmış dalları sokağa doğru dökülüyordu. Eflatundan mora çalan dallarını tebessümle kucaklamak isterdiniz.
Çok sonradan adının Sabriye hanım olduğunu öğrendiğim Hacı Nine ve eşi ,terzi olan kızlarının Almanya’ya işçi olarak gitmesinin ardından diğer kızının da gitmesi ile doktor olan kızlarının yanına yerleşince ev sessiz, bahçe ise sahipsiz kalıvermiş.Telle tutturulmuş tahta kapısı yılda bir kez ancak açılırdı.Bizde bahçeye girişlerimizi taş duvarlar üzerinden sağlardık. Erikler olduğunda tüm günü bahçemizde geçirirdik. Duvarın üzerinden ağaçlara tırmanırdık bahçeye zarar vereceğimizi düşünen bazı büyükler bize kızarlar:
- Çabuk çıkın Hacı Nine‘nin kocası geliyor derlerdi.
O zamanki halimizi bir görmeliydiniz. Telaşla dallardan, duvar üstlerinden kendimizi nasıl atardık her seferinde gerçek olmadığını bile bile …)
Saklambaç oynarken ,arkadaşımıza küstüğümüzde ya da bize darıldığı için annelerimizi telaşlandırmak istediğimizde bahçeye saklanırdık. Ancak gündüzleri bizi bu kadar kucaklayan içinden çıkamadığımız bahçemiz akşam olunca koyu bir karanlığa gömülürdü içiçe ağaçların sarıp sarmaladığı sadece çatısının göründüğü bu ıssız evden ve bahçeden tuhaf bir şekilde korkardık. Önünden geçerken koşar gibi hızlı adımlarla uzaklaşır sanki bir el bizi çekecekmiş hissine kapılırdık.
Belki de buna sebeb büyüklerin anlatmış olduğu garib inançlardı. Bir çoğunuz bilirsiniz baykuşların ötmesinin uğursuz olarak sayıldığını.
-Bu gün yine baykuşlar Hacın Nine’nin bahçesinde ötüyordu birimi ölecek nedir?
-Aman Allah korusun. Hayra çıksın inşallah.
Ve benzeri sözler …
Ama en güzel kuş sesleri de yine bahçemizden gelirdi. Ne tezat!
Bir gün okuldan anneannemlere geldiğimizde evde daha önce hiç görmediğimiz bir hanım misafir vardı. Misafirimizin Hacı Nine’nin Almanya’daki kızı olduğunu öğrendik utangaç ve suçlu bir eda ile elini öptük . Sanki bahçenize giren suçlular bizleriz der gibi…Bize sıcak ilgi gösterdi okullarımızla ilgili sorular sordu. İlk defa bu aileden birini görüyorduk…Misafirimiz Hacı Nine’yi Almanya’ya götüreceğini bundan böyle annesinin bakımıyla kendisinin ilgileneceğini söyledi.
Aradan birkaç yıl geçti …
Hacı nine’nin naaşı bir tabut içinde geldi. Defin işlemlerinden sonra kızı Almanya’ya dönüş için hazırlanırken evin artık kapalı kalmasını istemediklerinden; ihtiyacı olan bir aileye çok cüzi bir kira ile verilmesine karar vermişlerdi. Bunun içinde karşı komşumuz Ramiz amcalara evle ilgilenmeleri için gerekli yetkiyi vermişler. Bunu fırsat bilen Ramiz beylerde; “ yerinde bir karar olduğunu çocukların bahçeye ve eve zarar verdiğini böyle giderse birkaç yıl içinde evin bakımsızlıktan çökeceğini” söylemişler.
Bir gün bahçede olağandışı bir hareketlilik oldu. Elinde motorlarıyla birkaç adam ağaçları kesmeye başladı . Rasim amca ve ailesi de odun haline gelen ağaçları evlerinin deposuna taşıyorlardı. Bir kısmın da satılması için arabalara yükleniyordu. Akşama doğru tüm ağaçlar kesilmiş taş duvarlardan mütevellit eski mahsun bir ev kalakalmıştı. Tüm mahalleye ölüm karanlığı çökmüştü sanki. Çok üzgündük, artık bizi kucaklayacak bir bahçemiz yoktu.:(
Çok geçmeden eve yeni kiracılar geldi .Ve sonra niceleri…
Her gelen kendine göre değişiklikler yaptı. Taş duvarlar yıkıldı yerine betondan daha yüksek duvarlar örüldü,telle tutturulmuş tahta kapının yerine demir kapı yapıldı. O nadide nergis, sümbül, çiğdem soğanları çıkarıldı. Yerine soğan, sarımsak, maydanoz gibi bitkiler dikildi. Bahçeye zarar verdiği söylenen bizler bir çiçeğin dalına bile zarar vermemiştik oysa…
Bahçenin harab edilmesinden birkaç ay sonra, Rasim beylerin evinde sesiz bir telaş başladı.Yüzler gülmüyordu. Bir hal vardı. Çok geçmeden Rasim beyin akciğer kanseri olduğu haberi duyuldu. Artık Hastane ve ev arasında nafile bir koşuşturmaca başladı onlar için… Sonunda hiç bir umut kalmadığı beklemekten başka çarelerinin olamadığını öğrendiklerinde ev derin bir sessizliğe gömüldü. Zor günler geçiriyorlardı. Rasim bey çok acı çekiyordu. Nefes almakta zorlandığından gece koluna girip sokaklarda gezdiriyorlardı. Sonra bu da imkansızlaştı. Odunları yaktıkları kış evleri soğuktu.Üstelik bir kısmını da son günlerde ilaç parası için satmak zorunda kalmışlardı.



Ne kadar ilgisi vardır bilemem ama mahallede hep aynı söylenti dolaşıp durdu. Mahallenin ciğerini kuruttu Allah reva görmedi türü sözler. Bahar ayında tam da eriklerin çiçek açtığı mevsimde, Ramiz bey vefat etti. O bahar artık ne Ramiz bey vardı ne de bizim bahçemiz…
O bahçeden geriye bir tek leylak ağacı kaldı, ancak o kadar zarar görmüş dalları kırılmış ki birkaç cılız çiçek açabiliyor.
Bir bahar ayında şehrime gittiğimde mahsun bahçemizi gördüm birkaç dal açmış leylak ağacına yaklaştım incitmekten korkarak defalarca kokladım. Eskisi gibi değildi kokusu gözlerimi kapatıp ısrarla koklamaya devam ettim.Bir an çok kısa bir an; o eski kokusunu aldım.Sanırım beni tanıdı. Yaşlı gövdesiyle son gücüyle bana eflatun bir gülümsemeyle göz kırptı.
Sahipsiz bahçenin gerçek sahibine…


“ Leylaklar dökülüp güller ağlasın “


22 /10 / 2010

Bayramsız Bayramlarımız

İşte bir başka şehirde yine yanlız bir bayram akşamı. Ne bir bayram telaşı var nede heyecanı .Sahi yarın bayram mı?.
Nerede o cocukluğumun bayramları.bizler mi değiştik yoksa bayramlar mı .
Biz gibi birbirimize benzerdi bayramlarımızda.
Büyükler için gunler öncesinden başlardı bayram telaşı anneler için yapılacak alış veriş temizlik yemek ve tatlıların,Babalar içinse tüm bu masraflar için gerekli olan paranın teminiyle başlardı hazırlıklar. Ve en zor olan kısmı da buydu sanırım .Şimdi ki gibi tatil plan ve harcamaları için yapılmazdı hesaplar daha mütevazi daha küçük ancak daha anlamlı hesaplardı….
Ve bayram gunu gulen cocuk gözlerinde tüm bu sıkıntılar unutulurdu.
Arkadaş ve akrabalarımız için kartpostallar özenle secilirdi.Postacı amcalarımız vardı hemen hemen her evde kimin yasadıgını bilecek kadar bizden. Çoğu okunmadan silinen elektoronik mesajlar yoktu.Ah !ne kadar sihirli gelirdi zarflardan cıkan mektup ve kartpostallar defalarca okunup özenle saklanılırdı.
Bayramın en keyifli kısmını her zaman ki gibi cocuklar cıkarırdı.Gunler oncesinden nasıl kıyafet istediklerine dair tarifler ,anlamsız iddalaşmalarJ .Ama sonunda ailelerin sectiklerine razı olunurdu.
Bayramda kaç para toplayabileceğine dair hesaplar.Bir önceki bayramla kıyaslamalar .Ve hayellerindeki oyuncak veya bebekler e yaklaşıyor olmanın heyecanı mutluluğu .:)
Yakın olmamıza rağmen bayramdan bir iki gun öncesinde babaannemlere giderdik. Bizle birlikte tüm halalar amcalar kuzenler.. Evde adım atacak yer kalmazdı.Ah ! ne kadar sabırlı ve calışkan kadınlar…En ufak bir hoşnutsuzluk göstermezdiler..Hiç yorulmazlar mıydı kii…
Bayram yemeği mutlaka tüm ailece yenilirdi.Asla bir mazeret söz konusu değildi.Bir bayram yemeğine katılmamak ciddi kırgınlıklara yol açardı.Buna titizlikle dikkat edilirdi .Şimdilerde misafir gelmesini bile istemiyoruz.
Yemek sonrası bayramlaşma başlardı öpülen her el hayalinizdeki oyuncağa bir adım yaklaşmak demekti.:)
Evimize en uzak mesafedi ki komşular ve akrabalar dahi tarafımızdan unutulmazdı.:)
Ara ara topladığımız harçlıkları çıkarıp sayar arkadaşlarla kim ne kadar toplamış diye de bedelleşirdikJ
Hiç unutmam bir bayram şimdilerde adı yüksel market olan o zaman Ahmet bakkalda gördüğümüz bir gelinlikli bebek için tüm paramızı çekilişe vermiş son paramızda ancak bir arab bebek kazanmıştık kardeşimle..nasıl da sevinmiştikJ
Bir eğlencemizde evleri izleyip en çok hangi evde misafir varsa zillerine basıp görünmeden saklanmaktı.Kapı açılıp kimseyi göremeyen ev sahibi yerine oturur oturmaz yine zilleri çalardık çocukluk işte..:)ne kadar eğlenceli gelirdi bize….Yıldız hala,Gülizar yenge,Semra abla yine çalabilsem zillerinizi inanın bu defa saklanmazdım.Ama yoksunuz…Yokum…
Artık zillerimiz çalınmıyor ;kartpostallar çoktan unutuldu ipekli mendiler arasındaki harçlık ve şekerler
bayram akşamı ellerimize yakılan kınalar renk renk kurdelalar ve daha bir sürü şey..
Bayramlarımızı mı unuttuk yoksa kendimizi mi ?
İstanbuldan yalnız bayramsız bir bayram sabahından sesleniyorum.. Hayırlı bayramlar…
05.30 / 09.09.2010

1 Eylül 2010 Çarşamba

Gün Işığını Yitirince

Sessizliğimde
Buyuk acıları besledim
İçimde fırtınalar koparken
Sıcak bir dokunuşa
İhtiyacım vardı
Anlamadın

Başka hayatları yaşamış
Kendi hayatını ıskalamış bir insanın
Fotoğraflarıydı fırtınalarım
Göremedin

Günışığı yitince
Görmediğin dokunamadığın
Yerde birşeyler kanıyor
Gizlice
Bu sana anlatamadığım gerçeğim
Dinlemedin..

20.06.2009

Dudaklarımda Bir Ah Vardı

Temmuz sıcağında ellerim üşürken
Küllenmiş sandığın ateşim kordu
Haylaz yağmurlarda ıslanırken
Saclarım tutuştu sen bilmedin

Buzdağı gibiydi sıcacık bakışlarım
Ben üşüyordum içimde sen ısınırken
Ne yalandı ne gerçekti bu gülüşlerim
Dudaklarımda bir ah vardı sen duymadın

20.06.2009

Haziran Yağmurları

Son yağmurlar da buraya yağdı
Karışır damlalar gözyaşlarına
Hüznün aramızda gizli bir bağdı
Güneşin doğar karanlık sularına.


27.07.2009

26 Ağustos 2010 Perşembe

Eflatun Odalar

Sustu bütün çığlıklar içimde
Sessizliğin sesini dinledim
Şimdi eflatun bir odada
Mora çalar yanlız gecelerim


30.05.2009

Gözüme Toz Kaçtı Anne

İp atlarken düştüm kanıyor dizlerim
Kolunu kaybetmiş en sevdiğim bebeğim
Yakar top değdi kınalı ellerime
Ağlamıyorum gözüme toz kaçtı anne

Çikolatadan evler yokmuş öğrendim
Zehirli elma yemiş pamuk prensesim
Kemikleri tuz buz olmuş La Fontaine'im
Ağlamıyorum gözüme toz kaçtı anne..


22.05. 2009

28 Temmuz 2010 Çarşamba

Öylesine Bir Hikaye

İnsanın karakterini şekillendirecek bazı davranışlar aileniz tarafından kazandırılır.
Zaman içinde insan ne kadar değişse de o aldığı ilk öğretiler hayatının her safhasında kendini gösterir.Yani aslına ruc’u eder..
Çocukluğumuzda ailemizden bize verilen yardımlaşma iyilikseverlik merhamet gibi duygular sadece sözde değil uygulamalı olarak vardı..
Komşu akraba gibi büyüklerimiz bizden ufak tefek yardımlar ister ve bizler asla hayır demez bunun için birbirimizle adeta yarışırdık.
Bu bazen bakkaldan ekmek almak,bazen işi olan annenin küçük çocuğu ile ilgilenmek ve daha bir sürü şey..
Küçükler büyüklerine saygılı büyükler küçüklere şefkatli merhametli ve korumacaydı.Senin benim çocuğum ayrımı olmaz.Hepsine eşit davranılırdı. Üzerine bal ve reçel sürülmüş ekmekler ve şekerler eşit dağıtılırdı. Ailenizden gizli bir yaramazlık yapacaksanız komşu amca ve teyzeye yakalanmaktan da korkardınız.İnsanlar bencil ve yalnız değildi.
Şimdi bunları neden söylediğim merak ediyor olabilirsiniz.Veya bunlar zaten hepimizin bildiği şeylerde diyebilirsiniz.Sizinle paylaşacağım anım aklıma geldikçe dudaklarımda hüzünle karışık tatlı bir tebesüm oluşur hep…
İzmir’de kışın yeni yeni başladığı soğuk bir günde kuzenim,kardeşim ve benim yanıma heyecan ve acı dolu bir bakışla geldi.Ve hemen söze başladı.
-Yaşlı bir teyze var hiç kimsesi yok yiyeceği yok evi soğuk hadi gelin gidelim sizde görün dedi.
Bizde hiç itiraz etmeden takıldık peşine epeyce bir gitti.Evimize oldukça uzak bir mahalle vardı ve bu mahalenin dışında birkaç evden oluşan bir yerleşim yeri burada romanlar yaşardı o zamanlar bilmiyorduk tabii.
Kuzenim önde biz arkada yıkık dökük eski evler ve tahta barakalardan yapılmış iğreti yapıların önünden geçtik her yer pis ve bakımsızdı .
Nihayet kuzenim,küçük tahtadan yapılmış yer yer naylon ve tenekelerle yama gibi kapatılmış en fazla 8 10 m2 büyüklüğünde bir barakanın önünde durdu.Kapıya eliyle vurarak seslendi.
_Teyze teyze..
İçerden cılız bir ses gelllll dedi.
Kuzenim zaten üflesen yıkılacak gibi duran kapıyı eliyle iterek açtı .O önde biz arkada içeri girdik.
Aman Allah’ım !
O sahne hala gözümün önünün de…
Küçük penceresi naylon ve mukavvalarla kapatıldığından karanlığa yakın bir loşluk vardı.Zemin topraktı yerde eski ve kirli bir hasır,ortada yanmayan teneke bir soba bir köşede eski bir tel dolap etrafında birkaç kap kaşık sağ üst köşede eski bir somya.Yaşlı teyze kat kat giyinmiş
yatağın içinde oturur vaziyetteydi.Saygılı bir eda ile gidip elini öptük. J
Zengin olmasak ta zamanın şartlarına göre oldukça güzel bir evde yaşıyorduk.Etrafı yüksek duvarlarla çevrili büyük bahçeli iki katlı taştan yapılmış.Yazları serin kışları sıcak büyük ve aydınlık pencereleri olan güzel bir ev…
Kardeşimle ben gördüğümüz manzara karşısında şok olmuştuk.Kuzenim ise merhamet duygumuzu harekete geçirecek sözler söylüyordu buna birde teyzenin öksürükleri eklenince kardeşimle ben ağlamaya başladık. J
Mütemadiyen, yaşlı kadına kimi kimsesi olup olmadığı ile ilgili sorular soruyorduk.Orada ne kadar kaldık bilmiyorum.Dışarı çıkıp eve giderken yolda karar aldık, teyzeye biz bakacaktık.Ama nasıl? Bu durumu ailelerimize söyleyemezdik sonuçta gizli bir şey yapmıştık.Ah aklımızdan teyzeyi alıp eve getirmeye kadar varan neler neler geçiyordu ama hiç biri aklımıza yatmıyordu.Kim bilir kaç plan geliştirdik.:) sonunda her gün görünmeden evden alabileceğimiz ne varsa alıp teyzeye gidecektik..
Kuzenimle evlerimiz yan yana idi,bizim pencerelerimiz onların bahçesine bakardı.Planımız sonucu mutfağımız alt katta olduğundan ben merdivenleri gözetleyeceğim kardeşim aldığı yiyecekleri bana verecek bende pencereden kuzenimizin bahçesine atacak kuzeminde atılanları toplayarak güllerin dibine gizleyip görünememesini sağlayacaktı.Planımız işlemeye başlamıştı,evden peynir, zeytin, makarna,patates, odun pencereden atılıyor yumurtalarsa parkalarımızn cebinde saklanıyordu.JKömür ise okul harçlıklarımızla kilo ile alınıyordu.Harika bir plandı ve bizler çok mutluyduk.J Attığımız malzemeleri toplayıp son hızla koşarak teyzeye gidiyorduk önde giden yorulana dönüp kızıyordu..:)Gidince de hemen işe koyuluyorduk evini süpürüyor bulaşıklarını bir kabın içinde yıkıyorduk
artık nasıl yıkıyorsak J. Sobasını yakmaya çalışıyor evden topladığımız ağrı kesicileri içirmeğe çalışıyor ve işimizi hızla bitirip eve dönüyorduk.Geniş bir aile olduğumuzdan mıdır bilmem ama evdeki eksiklikler epey bir süre fark edilmedi…
Sonunda babaannem durumu fark etti ve suçüstü yakalandık.Çetin bir sorgudan geçip epey azar işittik.
-Kim bu kadın?
-Nerde?
-Siz nerden tanıyorsunuz?
İşin tuhafı kuzenimde hala o teyzeyi nasıl tanıdığını hatırlamıyor.
Planımız bozulmuştu tüm gözler üzerimizde olduğundan teyzeye de gidemiyorduk ve buna çok üzülüp dertleniyorduk.Artık baharda gelmeye başlamıştı.

Kuzenim bir gün yine geldi çok üzgündü ve ağlıyordu biz sormadan daha yaşlı teyzenin öldüğünü söyledi, bizde onunla birlikte ağlamaya başladık.Ve onu bakmaktan bizi alıkoyan ailelerimize kızıyorduk.Kimse yemek vermediği için açlıktan ölmüş olmalıydı.Kim bilir bizi ne kadar beklemiş merak etmiştir açlıktan ölmek nasıl bir duyguydu çok acı çekmiş miydi bunu test için tuttuğumuz yarım gunluk oruçları hatırlayıp tarifsiz bir üzüntü yaşıyorduk…Günlerce bu durumu konuşup kederlendik.Tabii sonunda unuttuk .Hayatımız eski akışına döndü.
Bu küçük hikayemizin geçtiğinde 2 veya 3 sınıfta idik.Üzerinden otuz yıla yakın bir zaman geçti.
Geçirdiğim bir rahatsızlık sonucu tıbben çocuğumun olması pek mümkün değil.Bunun için hayıflanan üzülenler yaşlandığın da kapını kim çalacak dediklerinde gayri ihtiyar-i aklıma bu hikayemiz gelir.Dudaklarımda tevekkülvari bir tebessümle derim ki;
Allah kulunu hiç unutur mu….

Şimdi bu hikayeyi nedenmi anlattım özel bir nedeni yok sadeceiçimden geldi....:)

Fesleğen

şimdilerde büyük marketlerin yeşillik olsun diye oluşturdukları minicik standlarında minicik saksılarda bir tutamcık halinde satılıyor fesleğenler.
anlık sempatiyle alıyor ne olduğunu kavrayamamış alışveriş tutkunu insanlar. çoğu zaten bir kaç haftaya kalmadan çöpe bırakılıyor. çünkü onlar için fesleğenler çarşıdan aldıkları üç kuruşluk bitki... sadece sulanması gerektiğini düşünüyorlar. bitkiler de yaşar bitkiler de sevilmek ister bitkiler de hislidir. bilmezler! günlük koşuşturmalara öyle odaklanırlar ki herşey maddi bir edere sahiptir.

- ay kız bu ne güzel kokuyo böyle...
- filanca pazardan aldım sorma çok da ucuz.
- ne bu kekik mi?
-neydi hatırlayamadım..hımm...fesleğen miymiş neymiş... öyle bişeydi!
- ben de seviyorum böyle şeyleri ama çiçek açıyo mu bu?
- bilmem. hiç sormadım... amaann.. kokusu bitince atar yenisini alırım ayol..

oysa gönlümüzün içindeki sevgidir fesleğen. coşkulu bir özlem. genzimizi yakan bir hasret. sıcak zamanların serin esintisi. ak pak sokakların samimi komşulukları. ve gülen simaları çocukların

bazı akşamlar denize kurduğum hayallerimi gözden geçiririm... dalgaları okşamak gibi gayrıihtiyari ellerim fesleğenlerin saçlarına uzanır. olmazsa olmaz tekdüze dar sokaklı evlerin güneşe bakan yüzlerini düşünürüm. bahçe kapısı önünde ellerinde nakışlarıyla akşamı getiren yorgun ama güleç kadınlar takılır hatıralarıma. bitap halde denizden dönerken pedal çeviremediği için bisikletini sürekleyen çocukluğuma gülümserim. iştahımı o kadar açık tutan fesleğenler miydi acaba?

her tatil günü kendimi bu çiçek standlarına atışım bundan.. çocukluğuma vefa borcum belki. belki bu yüzden parasını verdiğim kuşları azad eder gibi evime kucak kucak fesleğen saksıları taşımam.
yüzümdeki gülümsemeye bakarak arkamdan "salak mıdır nedir" diyen tezgahtar bile umurumda değil.. onlar fesleğen satıyor ben çocukluğumu alıyorum.

yemşeyil parlıyor gözlerimde deniz!

Metin Yazarı: Eflatun

Fesleğen Kokusu Çocukluğum...

Ege’nin güzel ve şirin bir ilçesinde geçti çocukluğum.
Şimdi gözlerimi kapatıp o günleri anımsadığımda bazı tat ve kokuların hala çok canlı olduğunu hissediyorum .Bunlardan biri de Fesleğen kokusudur.Şu yemyeşil çıtır çıtır yapraklarıyla büyülecici kokusu olan nadide çiçek.
Egenin simgesi gibidir benim için, o kadar şehir gezmeme rağmen hiçbir şehirde hemen hemen hiç görmedim.Görmüş olduklarımda ya tesadüfen çıkmış yada küçük bir saksıda susuzluğa ve ilgisizliğe terk edilmişti.Oysa Egede özel bir itina gösterilir Fesleğene,yaz gelince beyaz badanalı bahçe duvarlarında veya pencere kenarlarında sıra sıra dizilmiş Fesleğen saksıları ait olduğu eve o eşsiz kokusunu hediye eder.
Kendi dilince bir teşekkür gibi.:) Yanından gelip geçerken elinizi o narin yapraklarında gezdirip içinize çektiğinizde aldığınız haz tarifi imkansızdır.Ve bir mevsim boyunca her defasında hiç usanmadan,incinmeden,kıskanmadan ellerinize bırakır kokusunu.Bir daha ,bir daha, bir daha siz dokundukça çoğalıyor sanki …
O yıllara ait birde deniz kokusu hala çok canlıdır belleğimde…Şimdi birilerinin işte bildiğimiz deniz ve kokusu dediğinizi duyar gibiyim.Hayır yanılıyorsunuz!Evet deniz bildiğimiz deniz ama kokusu bildiğiniz koku değil.Eğer o kokuyu bir kez ciğerlerinize çekmiş olsaydınız ne demek istediğimi daha iyi anlayacaktınız.Ancak bu kadar şanslı olmadığınız için üzgünüm…
Belki de deniz kokusunu bu kadar eşsiz kılan Fesleğen kokusuyla oluşturdukları ahenkti…
Yaz gelince sahilde tatlı bir telaş başlardı…O zamanlar lüks cafeler restorantlar yoktu.Daha mütevazi daha şirin çardak denilen küçük iğreti yapılar onarılırdı.Onarılamıyacak olanlar bir veya iki gün gibi çok kısa bir sürede yeniden yapılırdı.Nasıl bu kadar kısa sürede diyorsunuz.Çünkü yapı malzemesi genelikle birkaç ağaç direk ve saz dediğimiz bir bitkiden üzeri örtülerek oluşurdu..İçinde bir kenarında kahveci ocağı bir buzdolabı birkaç tahta masa vee tabikii tv ve video…
Hepsi bu…Çardakların kurulması etrafına sıra sıra çiçeklerin dikilmesiyle tamamlanmış olurdu.
Ve Fesleğenler asla unutulmazdı..Sıcaklığın en yoğun olduğu saatlerde tuz,yosun ve deniz kokusu Fesleğen kokularına karşır adeta kendinizden geçerdiniz.Güneşin kavuşumuna yakın çıkan serinliklede yeniden canlanırsınız.Ben Ege insanın neşeli ve mütevazi insanlar olmasıyla bir ilişkisi olduğunu düşünürüm nedense..
Şehrimden ayrılalı uzun yıllar oldu bir çok şey değişti unutuldu.Fesleğenler hariç…Yıllardır baharın gelmesi ile balkonumu bu nadide çiçekle süslerim.Gelip geçtikçe yapraklarına elimi değdirip içime çekerim ellerim fesleğen kokar,ellerim şehrim ve çocukluğum kokar….

15 Temmuz 2010 Perşembe

Mevsimler ve Sen

I
Ben her bahar böyle vurulurum
Sen gelirsin kekik kokusu kalır geçtiğin yolllarda
Birde gülüşün iğde dalında..


II

Ben her yaz böyle kavrulurum
Sen olursun incir bereketinde
Akşam sefaları açar fesleğen kokan gözlerinde


III


Ben her sonbahar böyle kahrolurum
Sen gidersin mevsimleri alıp koynuna.
Düşer gönlüme ardınsıra bağbozumu
Beklerim düşmesini ilk cemrenin toprağıma..

11 Temmuz 2010 Pazar

Bir Akşam Ansızın Çıkıp Gelsen

Bir akşam ansızın çıkıp gelsen

Dudağında gülkurusu bir tebessüm

Şaşırsam

Dilim tutulsa sevinçten

Bir akşam ansızın çıkıp gelsen



Masada beyaz güller

Ve şarkımız

Konuşsak ordan burdan

Başım dönse mutluluktan

Bir akşam ansızın çıkıp gelsen





Zaman dursa bakışlarında

Unutsam

Sarmaşık güller gibi sarılsak

Ayaklarımızın altında bulutlar

Bir akşam ansızın çıkıp gelsen



Fatma Şanlı Karadaş

9 Temmuz 2010 Cuma

Ağlamak İçin Bahanem Olsun

Hüzzam şarkılar söyle bana
Bu gece son gecemiz
Ağlamak için bahanem olsun

Şiirler romanlar oku
Madam bovary ve acı sonu
Ağlamak için bahanem olsun

En acı ölümlerden bahset
Romeo ve juliet
Ağlamak için bahanem olsun

Mayıs 2009

Fatma Şanlı

Nar Çiçeği Dudağında

Mor bir tebessüm var şimdi
Resimleyemediğim
Nar çiçeği dudağında.

Masada suskun bir veda
Gidip gelir
Ne senden ne benden yana.

Söylenmemiş sözler biriktirmişiz
Yürekler bomboş
Acısı hatıralarda..